Voyager 1 uzay aracı, NASA tarafından fırlatıldığı 5 Eylül 1977’den bu yana 20 milyar* kilometreden fazla yol aldı. 2013 Eylül ayında NASA tarafından yapılan açıklamaya göre de, güneş sisteminden tamamen ayrılarak yıldızlar arası alana girdi.

Voyager 1’in üzerinde bulunan altın kaplama plakada; Güneş Sistemi’nin bulunduğu yer ile dünya üzerindeki dillerden oluşan elli dokuz farklı selamlamanın yanı sıra, balinaların şarkıları,  bir annenin yeni doğmuş bebeğine ilk sözleri, yeni aşık olmuş bir kadının beyin dalgaları gibi kayıtlar da bulunuyor. NASA, tüm bunların bir milyar yıl yaşayacağını hesaplıyor. Günün birinde de, Dünya dışındaki başka canlılara ulaşabileceğini.

14 Şubat 1990’da NASA, asli görevini tamamlamış ve artık Dünya’dan epeyce uzaklaşmış olan Voyager 1’e yeni komutlar yollayarak Güneş Sistemi’ndeki tüm gezegenleri fotoğraflamasını sağlamış.

Voyager 1’in, Neptün’ü geçtiği zaman kamerasını geri çevirip ‘Dünya’yı; uçsuz bucaksız bir evrende devasa yıldız bulutları arasında salınan bu narin, soluk mavi ışık noktasını son bir kez kaydetmesini isteyen de, NASA’nın danışmanlarından ve Voyager görüntüleme ekibinden Carl Sagan olmuş.

[ Voyager 1’in 1990 yılında 6.4 milyar kilometre uzaktan çektiği Dünya fotoğrafı. ]

Daha sonra Sagan, ‘Soluk Mavi Nokta’adını verdiği o fotoğraf üzerine şöyle yazmış:

“O nokta burası. Yuvamız. O, biziz.

Üzerinde, sevdiğiniz herkes, tanıdığınız herkes, adını duyduğunuz herkes, gelmiş geçmiş bütün insanlar, kendi hayatlarını yaşadı. Her neşemiz ve ıstırabımız, binlerce din, ideoloji ve ekonomik doktrin, her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve her korkak, uygarlığı kuran ve yıkan herkes, her kral ve her köylü, aşka düşmüş her genç çift, her anne ve her baba, umut dolu her çocuk, her mucit ve her kaşif, her bir ahlak hocası, her bir yolsuz politikacı, her süperstar, her büyük lider, her aziz ve her günahkâr, türümüzün tarihindeki herkes… burada yaşadı. Güneş ışınlarına asılı duran bir toz zerreciğinin üzerinde…

Dünya, engin bir sahnenin çok küçük bir parçası.

Bütün o imparatorlar, generaller ve diktatörler tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün. Onlar ki zafer anlarında, ufacık bir noktanın çok küçük bir kısmının ‘anlık’ hakimleri olabildiler. Yaşattıkları sonsuz zulmü düşünün…

Bu noktacığın bir köşesini mesken tutmuş sakinlerin, başka bir köşesinde, başka sakinlere yaptıkları zulmü düşünün. Ne çok yanlış anlaşılma yaşadılar. Birbirlerini öldürmeye ne kadar meraklıydılar. Nefretleri ne kadar büyüktü…

Tavrımız, kendimizi önemli sanışımız, evrende ayrıcalıklı olduğumuz yanılgısı, bu soluk mavi noktada sınava tabi tutuluyor.

Gezegenimiz, onu çevreleyen geniş kozmik karanlıkta yapayalnız bir nokta.

Bu enginlikte, bu önemsizliğimizde, bizi kendimizden kurtaracak yardımın, başka bir yerden gelebileceğine dair bir işaret yok. Dünyamız, şimdiye kadar yaşama ev sahipliği yaptığı bilinen, tek gezegen. Türümüzün göç edebileceği başka bir yer yok. En azından yakın gelecekte. Ziyaret etmek mümkün. Yerleşmek, henüz değil…

Hoşunuza gitsin gitmesin, şu an için dünya, barınabileceğimiz tek yer.

Astronominin, tevazu öğrettiğini ve karekteri şekillendirdiğini söylerler. İnsanın ahmakça kibrini, bu uzak görüntüden daha iyi temsil eden bir şey olacağını sanmam. Bence bu, sorumluluğumuzun altını çiziyor. Birbirimize karşı daha nazik olmalı ve bu soluk mavi noktayı koruyup el üstünde tutmalıyız.

Bildiğimiz tek yuva, o…”

Carl Sagan, Soluk Mavi Nokta (Pale Blue Dot), 1994